ya benim dediğim şununla alakalıydı

hikaye (7) kaybeden (6) yalnızlık (3) şarkı (3) Infector of Souls (2) Terror's End (2) dans (2) dükkan (2) esnaf (2) kadın (2) konser (2) madde bağımlılığı (2) mahalle maçı (2) mesela (2) mesene (2) odun (2) oyun (2) performans (2) sokak (2) video (2) yalnızlar (2) yollar (2) 1954 (1) Akara (1) CAIRN (1) Diablo (1) Federal Almanya (1) Grand Vizier of Chaos (1) Hellforge Hammer (1) Lord De Seis (1) Mephisto (1) Soulstone (1) ah muhsin ünlü (1) akustik (1) akşamlar (1) alexi murdoch (1) anahtar (1) askerlik (1) aydınlık (1) aylin (1) ayna (1) balkon (1) bayram (1) bek (1) ben (1) cenk (1) chungking express (1) coldplay (1) davul (1) denizkızları (1) despot köşeler (1) discman (1) doktor (1) durak (1) e (1) earl's court (1) emin olmak (1) erkek (1) eski şehir (1) farinelli (1) faye wong (1) fikr-i sabit (1) futbol (1) gece geçtiğimiz şehir (1) gitar (1) göklere (1) havlar (1) hayat (1) hayatta nasıl başarılı olunur (1) hayır (1) hırs (1) ikircikli ovaller (1) ilker kılıçer (1) ilyas başsoy (1) insan (1) isim-şehir (1) istanbul (1) iyilik güzellik (1) işler (1) k. (1) kaybeden tribi (1) kaybedenler kulübü (1) kelimeler (1) kendini kaybetmek (1) kesmeşeker (1) kişiliğin gücü (1) kulaklıklar (1) kupa (1) köpekler (1) kış (1) kış çocukları (1) let down (1) liderliğin sırları (1) lizarazu (1) marka (1) mağlup (1) müzik (1) nihilizm (1) orange sky (1) pantomim (1) pink floyd (1) pulse (1) renk (1) rio (1) rüyalar (1) sahil (1) shiver (1) sinek (1) sokak çocuğu (1) sol bek (1) su (1) söyleşi (1) söz (1) sığamıyorum (1) talcid (1) telefon (1) uçarım (1) vicdani ret (1) vinyl (1) yalnızlık notları (1) yellow (1) yerlere (1) yıldızlar (1) zaman (1) çin (1) İsviçre (1) ışık (1) şehirlerden bir şehir (1) 王菲-光之翼 (1)

İzleyiciler

Blogger tarafından desteklenmektedir.

şu kadar bu kadar

16 Eylül 2010 Perşembe


"2004'te anlattığım bir hikayedir.."
s.c.

       

          bir hayat parodisi





her şey o kadar karışık ki. sokağa çıkmaya gücüm yok. insanların bakışları korkutuyor beni. ve ben her sabah olduğu gibi bu sabah da tanrıdan hayatıma son vermesini aklımdan geçirerek uyandım. yataktan çıkmak istemiyorum.çünkü kendimi en rahat hissettiğim yer orası. çünkü kendimi en güçlü hissettiğim yer orası. sabahı düşünmeden uyumak, gece....

bir düş var içimde. bir çift göz... düşlerim kadar mavi. her aklıma geldiğinde ölecek gibi oluyorum.. sanki beynimi uyuşturuyor bu bakışlar, gülüşler... sanki küçüklüğümden bir şeyler.. o kadar çocuksu ki.. ben bu hikayenin sonunda o maviye öleceğim....

zırıltılar geliyordu kulağıma. bu zırıltıları duymakla duymamak arasında tereddüt içerisindeydim. uykuma devam etmekle uyanmak arasında yani. elimi yatağımın hemen yanındaki müzik setinin üstüne gezdirdim; telefonumu hep buraya koyardım. telefonu ararken elim roll-on’uma çarptı. yere düştüğünü ve kırıldığını düşünüp sabaha lanet yağdırıyordum ki, tek parça olduğunu gördüm bakınca yere. bu sırada telefonum hala ısrarla çalıyordu.


arayan gereksiz bir arkadaştı. sınıftan. hiç acele etmeden cevap vermek için tuşa bastım, kulağıma götürdüm. kapattı. sıkılmış olacak çaldırmaktan. tekrar aramadım.dediğim gibi, gereksiz bir elemandı.


adetim değildi hiç. televizyonu açtım sabah sabah. sanki bir şey bulacakmışım gibi. belki de bir şey beni bulacak diye... kanal değiştirirken sevdiğim şarkıcıyı gördüm. keyfim yerine geliyordu ki verilen görüntünün altındaki yazıyı okudum; ‘k.k. kansere yenik düştü!..’


yenik düşmüş. o da düşmüş, kanserden. işte bir sabaha daha eksiden başlıyordum yine. geriden. ben eksiden başlıyordum; tanrı eksileceksiniz diyordu! içimde telafisi çok zor bir eksiklik var bu sabah. artık cennetten gelecek sesi, diyorum kendime.


sesi cennetten gelecek....


               

 ..................................................................................................................






bugün kendim için ne yapacağım? ne işime yarayacak bugünüm? hayat... ne işime yaradı ki şimdiye kadar? çoğu kez karamsarlığa düşüyorum, canım sıkılıyor ve boşlukta kalıyorum. bazen zevk alabiliyorum. boş bir şey olmasa... kayboluyorum bu yanılsamalar içerisinde. her şey geçici olduğundan dönüşüyor günü gelince bir diğerine. asla durağan bir düzen içerisinde yer alamayacak sevgili düş oyunlarım; bitip tükenecektir ardından kof zamanın, dünyanın.


basit olmak istiyorum. kağıtlardan silin beni,ellerinizdeki. alabildiğine basit olmak istiyorum. kayıtlardan silinsin bedenim, tanrının tuttuğu.içinde yalnızca düşlerimin yer aldığı bir kurgu istiyorum. kurabilin artık. ayrıntılar, karmaşıklıklar bataklığından sıyırsın canım beni, bu can parça-buçuklara yem olmasın istiyorum artık.


ardından kovaladıkça, farkına vardırmaksızın benden uzaklaşan, kendisine çizilen çember boyunca nihilist ruhlarla, amaçsızca ve gözü dönmüş bir şekilde dönüp durduğum bir kovalamaca oyununun gösterim merkezi burası. gerçeklere yaklaştıkça uzaklaştığımı biliyorum yaradılışımdan.





 ..................................................................................................................




aşağıya bakkaldan ekmek ve sigara almaya indim. feridun amca her sabahki gibi sanki yeni uyanmamış gibiydi. benim akşamdan kalma gözlerime karşın onunkiler, güneşinki gibiydi. bir ekmek aldım dolaptan. kapağı açarken zorlayıp açmıştım; kapatırken yine zorlamam gerekti. bırak sen, ben hallederim, s.ktiğimin dolabını daha geçen hafta yaptırdım, yine bozuldu dedi. bıraktım, yanına kadar geldim. abi bir de kısa 2001 alıcam dedim. iki buçuk milyon uzattım. (ya da ytl miydi, unuttum!) her zaman evden çıkarken, bir şey alacağım zaman tahmini tutarı kadar alırım. fazlası değil. iki buçuk milyon... eyvallah deyip evin yolunu tuttum.



asansör beni taşır. dördüncü kata kadar nasıl çıkabilirim ki! ben yorgun adamın tekiyim. asansör beni taşır... kapıyı açtım, elimdeki poşeti mutfağa koydum ve odaya yöneldim. let down çalıyordu, sevindim. bilgisayarı genelde kapatmazdım, eğer kısa süre bir yerlere çıkacaksam. bir kahve beni açar deyip, tekrar mutfağın yolunu tuttum. çaydanlığa su ekleyip altını yaktım. odaya geri döndüm, bilgisayarın başına oturdum; birkaç gün önce başlamış olduğum hikayeme bir göz atayım diye. Biraz  okuduktan sonra suya bakmaya gittim.kutusu pahalı geliyor diye, üçü bir arada’yı tercih ederim. su kaynama aşamasındaydı ama bekleyip bir daha mutfağa gelmeyi göze alamayarak kahveyi yapıverdim. odama döndüm, kapıyı kapatıp bilgisayarın başına tekrar oturdum. kapıyı neden kapattığımı bilmiyorum. yalnız olma dürtüsü belki. belki de her daim aradığım o kaçış imkanı..


bir savaştasın, yaran ne kadar ağır olursa olsun; öldürmeyi beceremezse karşı taraf seni, yenilmiş sayılır mısın ki? ben yenilmeyenlerdenim. kaybedenlerden ama yenilmeyenlerden... hem savaşı onlar çıkarmış. oyunu onlar bozmuş. yoksa egom öyle huysuzluk yapmazdı ki! taraflar birbirlerine öyle acımasızmış ki, dünyaya gelecek yeni nesil egoların hepsi sakat doğmuş. tam tesirli bomba. (parça mıydı?) yok bize bir şey olmazdı da, şu havalar biraz kapalı olsaydı ya... her neyse kahve iyi geldi....



kaybetmek istedim kendimi bir an. ama yalnızca bir an... buna sigarayla başlayabilirdim; öyle de oldu. günün en tatlı sigarası ilk içtiğin sigaradır. en az on dakika falan idare eder adamı. yine de kaybedebilmek güzel kendini. tütünle olsa da...



 ..................................................................................................................






bir şeyler atıştırdıktan sonra üzerimi değiştirdim, ders saati yaklaşıyordu. birkaç kağıt, kalem, bir kesmeşeker sidisi ve sidiçaları koydum çantama. tahammül etmek zor insanlara. her yerde, özellikle okulda. hiç olmazsa biraz sakinlerim diye, müzik dinlemek iyiydi okula giderken. en azından katlanabilmemi sağlıyordu bir süre, insanlara.



ders çıkışı hemen eve gitmek istemedim. kampüsün yukarısındaki kafeye bir çay alıp oturdum. hava öyle soğuk geldi ki.. bir sigara yaktım. muratı gördüm kafeye doğru yürüyordu. beni gördü, bir sandalye çekip yanıma oturdu.


 -naptın abi?
 -hiç. çay alsana kendine.
 -tamam alırım. hayırdır dostum, bir sorun mu var?
 -yok. soğukmuş ya.
 -ben de bir çay kapıp geliyorum içerden.
 -...
 -kalkmazsın değil mi?
 -burdayım.


çayını alıp tekrar yanıma oturdu. ortam kalabalıktı. yan masada muratın tayfası vardı. birisi masadan kalktı, muratın yanına geldi.


 -noldu abi, niye girmedin derse?
 -abi baydı artık hoca ya. bir saat daha çekecek halim yoktu valla.
 -neyse sen bilirsin. senden naber cenk?
 -iyidir.
 -ya bizim masaya gelsenize, beraber oturalım.

murat cevapladı.

 -yok abi ya aylinin olduğu masaya gitmem ben. gelecekseniz siz gelin oturalım ama.
 -abi çocuksunuz ya... peki, bir sorayım bizimkilere.


tolga masasına döndü. birkaç dakika sonra da yanımıza geldiler. muratla aylin yan yana denk geldiler. buna rağmen selam bile vermediler birbirlerine. aralarındaki meseleyi de az çok biliyordum. okula geldikleri ilk zamanlarda, murat aylinden hoşlanmış, yakınlık kurmaya çalışmış. aylin de buna hafiften karşılık vermiş. sonrası malum, bir başka çocukla çıkmıştı. murat da buna fena bozulmuş, selam sabahı kesmişti aylinle. kimse bilmez, aylin o çocuktan ayrıldıktan sonra benimle ilişki kurmaya çalışmıştı. sonra benim ona karşı tavırlarımı gördükten sonra vazgeçmişti. ben de unutalı çok oldu bu durumu...


masada muhabbet baya iyiydi. görünüşe göre herkesin keyfi oldukça yerindeydi. yalnızca aylinin biraz keyfi yok gibiydi. bilmem, belki muratla aynı masada oturmak rahatsız etmişti onu. bir an göz göze geldik. onu hiç böyle görmemiştim. hüzün vardı gözlerinde. bulanık bir deniz gibi.. yağmurdan önceki hani...


 ..................................................................................................................


duş aldıktan sonra bilgisayarın başına oturdum.müziği açtım, bir yandan da hikayeme devam ediyordum. bir iki saat böyle geçti. sıkıldığımı hissedince bıraktım ve yatağa uzandım. ben uzanırken müzik çalmaya devam ediyordu. bir sigara yaktım...

zil sesi geliyordu, belli belirsiz.dalmışım. kalktım, saate baktım. on buçuğu gösteriyordu. kapıya doğru yöneldim. zil hala çalıyordu. kapıyı açtım. aylin vardı karşımda...


ağlıyordu. içeri girdi. odamdaki sandalyelerden birine oturdu. biraz bıkkın, biraz da ürkmüş bir hali vardı.


 -iyi misin sen?
 -bir şeyim yok.
 -...
 -cenk...
 -...
 -dün, cenk.. dün rüyamda seni gördüm. lanet olası rüyayı görmemek için neler vermezdim. ama gördüm...
 -nasıl bir şeydi?
 -...
 -yalnızca bir rüya ama...
 -cenk... hayatta kal ne olur!..
 -...
 -...
 -bir şeyler içmek ister misin?
 -kahven varsa iyi gelirdi aslında.


mutfağa ayline kahve yapmaya gittim. bu, biraz da düşünmem için fırsattı. niye bu saatte bana gelmiş olabilirdi? o donuk hali neyin nesiydi? rüyasında ne görmüştü benimle ilgili? bunlar aklımı kurcalarken, su kaynamıştı. bardaklara döktüm suyu. kahveyi de ekledikten sonra, elimdeki bardaklarla içeri geçtim.


odaya girdiğimde aylin yoktu. banyoya baktım, ışığı yanmıyordu. hemen kapıya yöneldim. ama kapı da kapalıydı. açtım, dışarı asansörün olduğu tarafa baktım, ama orada da yoktu. bu imkansız bir şeydi. ne yani, hayal görmüş olamazdım ya...


kahvelerden birini döktüm, diğerinden birkaç yudum aldıktan sonra bıraktım. canım sıkılmıştı. sahile çıkmak iyi gelirdi. bilgisayarı kapattım. merdivenlerden indim aşağıya. sahilin yolunu tuttum. yürürken insanlar bir garip göründüler. insanlar her daim gariptiler bana göre, ama bu sefer değişikti, bir garip bakıyorlardı gözlerime.

sonunda gelmiştim işte. iskelenin en uç tarafına oturdum. kimseler yoktu oturduğum tarafta. deniz sakin duruyordu. dolunayın aksini seçebiliyordum. her zamanki gibi, eğildim birkaç taş aldım elime yerden. teker teker denize fırlattım onları.

arkamda birinin durduğunu hissettim. yavaşça döndüm. aylin arkamdaydı. ayağa kalktım. sarıldı. sarıldım. yüzüne baktım. gözleri gözlerimdi sanki. bu şekilde ne kadar zaman geçirdiğimizi hatırlamıyorum. garip sesler duymaya başladım, birden iskele sallanmaya başladı. ayağım kaydı.

soğuktu. ama zaman geçtikçe sıcaklaşıyordu sanki su. bu sıcaklık tüm bedenime yayıldı. kollarım ve bacaklarım hareketsizdi. vücudumu hareket ettiremiyordum.


gözlerimi açtım. bir çocuk silueti gördüm. küçük,mavi gözlü bir kız... elini uzatıyordu. tuttum...
                                           

                                      

 ..................................................................................................................





uyandım. let down çalıyordu. rüyamda aylini görmüştüm. bir sigara yaktım....


sercancandemir@mersin
2004
12 Eylül 2010 Pazar
Diablo II

Mühim adam Deckard Cain
105 yaşında.. Gri Gandalf misali giyinir.. Elinde sopası.. Kayıp diyarlara dair bir sürü şeyi biliyor.. Onu bulmak için Bloodmoor'dan çıkıp Cold Plains'e git. Buradan da Stony Feild'a. Underground Passage'ı buluncaya kadar devam.. Burası Dark Wood'a ağacın bulunduğu yere gitmemizi sağlayan bir geçit. Stony Feild'da CAIRN taşlarını bulman gerekiyor. Scroll'u tercüme ettirdiğinde de bu taşlara hangi sırayla basman gerektiği yazıyor. Underground Passsage'dan çıktıktan sonra kendini DarkWood'da bulacaksın. Dark Wood civarlarında Tree of Infuse ağacını bul ve içinden Scroll'u al.

A
rtık kampa dönebilirisin.. Akara'ya Scroll'u tercüme ettirip Stony Field'deki CAIRN taşlarına git ve doğru sırayla taşlara basıp Portal'ı aç.. İçeri gir.. Tristram'dasın. Yıkık bir kalenin içinde hapis olmuş yaşlı bir adam göreceksin. İşte bu Cain, Deckard Cain. Onu kurtarmalısın. Cain kurtulunca kaçmaya başlayacak ve sen kendini kızgın bir savaşın tam ortasında bulacaksın.. Cain nerede? Sanırım öncelikle düşmanların işini görmelisin..

Kampa döndüğünde Deckard Cain seni orada bekliyor olacak.. Onunla konuş ve maceran boyunca bilgeliğinden faydalan.. Anlaşılmaz şeyleri anlamanı sağlayan bir adam.. Bir bilge.. Tüm görevlerin ortasında 'Hello, my friend. Stay awhile and listen...' diyen adam.. Cain.. Ona ulaşmalısın. Sonrası kolay.

Hit şarkısı için: http://deckardcainrap.ytmnd.com/
Myspace sayfası için: http://www.myspace.com/deckard_cain

  • Windows® 2000*, ME, XP, 95, 98 or NT 4.0 Service Pack 5
  • Pentium® 233 or equivalent
  • 64 MB RAM
  • 800MB available hard drive space
  • 4X CD-ROM drive
  • DirectX™ compatible video card




    şu ülkede yaşadığım yirmibir senelik hayatımın yetişkin olarak sayıldığı üç senesinde hiçbir devlet seçimine, zartına, zurtuna katılmadım. geriye kalan yaşamımda da çok kanıma dokunan bir şey olmadıkça katılmamayı düşünüyorum. çünkü biliyorum  'Devlet(ler)in kalbi yoktur!'. (gizli link mevcuttur. aynı başlıklıSezai Sarıoğlu yazısı var ucunda. haberiniz ola...) 

    benim kanıma en çok dokunanı yirmiiki mayıs bindokuzyüzaltmışsekiz tarihli akbaba dergisinde resmedilen kareye maruz bırakılmış olmamız. anayasa'yı bir kenara bırakıp parti desteği yaptığımız bir referandum ile karşı karşıyayız ve bunun sağlıklı olup olmadığını tartışacağız önümüzdeki günlerde.

    ama ben derim ki; tembellik etmeyin. bir dolmuşa binmek zorunda değilsiniz. onların önceden belirlediği yollardan gitmek zorunda değilsiniz. hem en sağlıklısı yürümek değil mi?

    Bülent Uluer. 

    9 Eylül 2010 Perşembe
    BirGün gazetesi yazarlarından İlyas Başsoy'un kaleminden... 



    'Şimdi bu başlığı okuyan “sieyçbi”li bazı dostlar, “Hah hah, İlyas AKP’ye geçirecek galiba bu yazıyla” diye gülümsemiştir.

    Bu gülümseme yüzlerinde donsun lütfen ve yanaklarına da haber versinler, biraz sonra kıpkırımızı olacaklar.

    Kılıçdaroğlu’nun tüm kampanyasını “hayırlı olsun” lafına oturtmasına ve onca zaman geçmesine rağmen bunun üzerine “doğrusu hayır” gibi bir başka saçma laftan başka tek söz koyamamasına epey içerledim. Hatta bu içerleme gitgide kızgınlığa döndü.

    Birinci neden mesleki: Lan oğlum, sen aptal mısın? Hayır sözcüğünün hem “inkar” ve hem de “iyilik, yardım” anlamlarını içermesi üzerinden bir oyun keşfettin; şimdi biz bu ilkokul birinci sınıf şakası nedeniyle mi referandumda “hayır” diyeceğiz? Çok mu komik bir şey oluyor Türkiye’de? Ankara’da dolarların üzerine Melih Gökçek resmi basan ODTÜ Şaka Timi kafasıyla mı kazanacaksın seçimi? Bu referandum Mahmut Hoca’ya yapılan bir şaka mı? Sen de arka sıradaki Dalgacı Mahmut musun? Sözcük oyunlarını seviyorsun anladık, o zaman anlayacağın gibi sorayım: Muhterem, senin adından başka “kemal”liğin var mı? Varsa nerede, göremedik henüz. Bu kafayla mı devam edeceksin hep?

    İkinci neden çok daha önemli aslında...

    Bana “selamınaleyküm” ve “hayırlı işler” demeyi, babamın kadim dostu ve komşu tamirhanenin sahibi Makasçı Cevat Amca öğretmişti. Eğer bir dükkana girerken “selamınaleyküm”, çıkarken “hayırlı işler” demezsem, Cevat Amca hemen azarlardı beni. 30 küsur yıl sonra bugün bile selam verip, hayırlı işler dilemeden bir dükkana ne girer, ne de çıkarım. Bunu unutsam bir yerlerden Cevat Amca’nın belirip bana bağıracağını düşünürüm.

    “Hayırlı olmak” güzeller güzeli bir söz; Anadolu’nun kültürü, insanlarımızın birbirine iyi niyetinin, sevgisinin, sempatisinin göstergesi.

    Türkiye’nin “laik” kesimi bildim bileli bu sözcüğe düşmandır. Onların sözlüğünde “hayırlı işler” değil, “iyi işler”; “hayırlı günler” değil, “iyi günler” yazar.

    Çocukluğumdan beri bu ayrımı, bu itinayla üstüne basa basa “iyi” deme inadını anlamadım. Tıpkı başörtüsü yasağını ve insanlara zorla içki içirme densizliğini anlamadığım gibi.

    Oysa şimdi bakıyorum, nerede bir “laikçi” varsa; her sözüne “hayırlı olsun” diye başlıyor ve ardından da gevrek gevrek gülüyor: “Hayırlı olsun, hah hah”, “Hayırlı işler, hoh hoh”, “Hayırlara vesile olsun, heh heh”

    Kökeni muhtemelen İslam öncesi döneme dek uzanan çok kıymetli bir sözcük siyaset sofrasına meze oldu. Ve bu durum elbette ki tek taraflı değil.

    Neresinin “kemal” olduğunu bilmediğim adamın karşısında neresinin “ak” olduğunu bilmediğim bir parti var. Üstelik bu parti güya dini inançlara, geleneklere saygılı.

    Gülsem mi, ağlasam mı bilemiyorum AKP’nin pankartlarını gördükçe. Bu parti ve tüm uzantılarının; tüm belediyelerinin, tüm gazetelerinin ve tüm televizyonlarının ağzından üç aydır “hayırlı” tek bir sözcük çıkmıyor.

    Bir internet efsanesi midir bilmiyorum ama Recep Bey’in bu konuda genelge yayınladığı bile söyleniyor.

    “Hayırlı” dememek için dillerine hiç yakışmayan (ve çok değil üç ay öncesine dek ömürleri boyunca söylemedikleri) biçimde “iyi günler”, “iyi bayramlar” vs diyorlar.

    Al birini, vur ötekine.

    Siyasi olarak tam zıttı olduğum MHP’yi bile, bu saçma sözcük oyununa hiç dahil olmadığı için takdir edecek duruma geldim.

    Hayır kelimesi üzerinden siyaset yapan AKP ve CHP’li zevata soruyorum: Referandumdan sonraki ilk bayramı nasıl kutlayacaksınız? Sen AKP’li yandaş; “hayırlı bayramlar” mı diyeceksin? Sen CHP’li yoldaş, 13 eylülden itibaren yine “iyi” sözcüğüne mi döneceksin?

    O zaman hiç mi utanmayacaksınız, a şaşkınlar?

    Bugün Ramazan Bayramı’nın ilk günü. Ramazan Bayramı İslam Dini’nin dünyaya verdiği en güzel armağanlardan biri. Dayanışma, selamlaşma, yoksul ve darda olan kardeşlerimize destek olma; büyüklerimize ve küçüklerimize sevgilerimizi sunma günü.

    Siz bu siyaset oyunu girdabında boğulmuş AKP’li, CHP’li iletişim gurularının kusuruna bakmayın. Hatta bayram günü vesilesiyle affedin şu “şakacıları”. Affedin ki bu yazı boyunca kızarmış yanakları normale dönsün, baklavayı fazla kaçırmış şeker hastaları gibi dolaşmasınlar ortada.

    Ve ayrıca, inançlı olsun, olmasın herkesin bayramını mutlaka kutlayın.

    Cümleten ve tereddüt bile etmeden; tıpkı Cevat Amcam’dan öğrendim tonlamayla; hepinize hayırlı bayramlar diler, sevgilerimi sunarım.'

    5 Eylül 2010 Pazar



    İşler yoğun. Kafanın içi de öyle. Yollar uzun.

    Ama tutturursun bir yol. Gitmeye çalışırsın. Etraf karanlık. Her tarafta değişik müzik sesleri. Birçoğu tutmaya çalıştı kolumdan. Çektiler gitmek istedikleri yöne. Ama o yollar onlara kolaydı. O yollar, onların yoluydu. Bana uzak. Bana zaten yollar uzun hep.

    Gidenler ve gelenleri görüyorum. Rüya görüyorum. Rüyamda seni de görüyorum. Yollarda görüyorum. Acılardan geçenleri görüyorum. Her tarafta bildik müzik sesleri. Bana zaten uykusuzdur yollar hep.

    Bir yanım şerbetinden içmek ister, diğer yanım zehrine aşina. Bu yollar biter mi? Ben neresindeyim bu yolun? Bittiği yerde mi? Buralardan bir yerlerden mi başlıyor ki hayat?

    Bazen yoluna koymaya çalışırken, çekerler seni, ya da sen kapılırsın rüzgara, yoldan çıkar olursun, gerisin geriye dönmektir bu, o kadar yolu gözün almaz, çünkü daha önce yoldan çıkmışsındır, biliyorsundur yani o yolları iyi, o yollardan dönülmez geri.

    Bazen ne kadar yol gidersen git, varamazsın.  

    Tüm sevdiklerin, dostların kıyıdadırlar. Sen yüzmeyi öğrenememiş bir adam. Anakaradasın. Karşı adadadır onlar. Seçebiliyorsun baktığında. El sallamak istersin. Ama şimdi sırası değil. Sen yüzmeyi öğrenememiş bir adamsın. O kadar yol bilsen ne farkeder? 

    Uykusuzken.

    Bazen yollar da biter. 

    Yorgunsun.

    Uyursun.

    Şimdi sırası değil.


    s.c.

    Cihan Mutlu

    Cihan Mutlu
    İstanbul'da yaşıyor. Mimar Sinan Üniversitesi Sanat Tarihi okudu.

    Sercan Candemir

    Sercan Candemir
    Antalya'da yaşıyor. Elektrik-Elektronik Mühendisliği okudu. Kaybeden Tribi kurucu-solisti&şarkısözü yazarı

    İlyas Cingöz

    İlyas Cingöz
    Eskişehir'de yaşıyor. Anadolu Üniversitesi Sinema-Televizyon okuyor.

    beni beğeniyor musun?

    Kaybeden Tribi fan page