ya benim dediğim şununla alakalıydı

hikaye (7) kaybeden (6) yalnızlık (3) şarkı (3) Infector of Souls (2) Terror's End (2) dans (2) dükkan (2) esnaf (2) kadın (2) konser (2) madde bağımlılığı (2) mahalle maçı (2) mesela (2) mesene (2) odun (2) oyun (2) performans (2) sokak (2) video (2) yalnızlar (2) yollar (2) 1954 (1) Akara (1) CAIRN (1) Diablo (1) Federal Almanya (1) Grand Vizier of Chaos (1) Hellforge Hammer (1) Lord De Seis (1) Mephisto (1) Soulstone (1) ah muhsin ünlü (1) akustik (1) akşamlar (1) alexi murdoch (1) anahtar (1) askerlik (1) aydınlık (1) aylin (1) ayna (1) balkon (1) bayram (1) bek (1) ben (1) cenk (1) chungking express (1) coldplay (1) davul (1) denizkızları (1) despot köşeler (1) discman (1) doktor (1) durak (1) e (1) earl's court (1) emin olmak (1) erkek (1) eski şehir (1) farinelli (1) faye wong (1) fikr-i sabit (1) futbol (1) gece geçtiğimiz şehir (1) gitar (1) göklere (1) havlar (1) hayat (1) hayatta nasıl başarılı olunur (1) hayır (1) hırs (1) ikircikli ovaller (1) ilker kılıçer (1) ilyas başsoy (1) insan (1) isim-şehir (1) istanbul (1) iyilik güzellik (1) işler (1) k. (1) kaybeden tribi (1) kaybedenler kulübü (1) kelimeler (1) kendini kaybetmek (1) kesmeşeker (1) kişiliğin gücü (1) kulaklıklar (1) kupa (1) köpekler (1) kış (1) kış çocukları (1) let down (1) liderliğin sırları (1) lizarazu (1) marka (1) mağlup (1) müzik (1) nihilizm (1) orange sky (1) pantomim (1) pink floyd (1) pulse (1) renk (1) rio (1) rüyalar (1) sahil (1) shiver (1) sinek (1) sokak çocuğu (1) sol bek (1) su (1) söyleşi (1) söz (1) sığamıyorum (1) talcid (1) telefon (1) uçarım (1) vicdani ret (1) vinyl (1) yalnızlık notları (1) yellow (1) yerlere (1) yıldızlar (1) zaman (1) çin (1) İsviçre (1) ışık (1) şehirlerden bir şehir (1) 王菲-光之翼 (1)

İzleyiciler

Blogger tarafından desteklenmektedir.

şu kadar bu kadar

27 Ekim 2010 Çarşamba

                  Kaybeden Hikayeleri
                           Hırsın Hikayesi



Kendine çekidüzen vermek istiyordu. Bir an önce. İzbe bir yerde her türlü güzellikten uzakta hissediyordu kendini. Ne evinden, ne az sonra yapacağı kahvaltıdan, ne yüzünü duruladığı havlunun ıslak ve eskimiş kokusundan, ne de kendinden memnundu. Toplayıp her şeyi ve kendini, gitmek istiyordu.



K: Kalksana, ne bekliyorsun? Çıkmayacak mıyız?
E: Gitmesek de olur..
K: Ne yani! Dalga mı geçiyorsun benimle?
E: Dalga denizde ol…
K: Ne güzel bak bulmuşsun gene formunu!
E: Hep böyleydim ben. Sen fark etmemişsin.
K: Fark etmemişim ha! Geçen zamandan haberin yok herhalde senin.
E: Var. Olmaz mı.. Bazen haberim olmuyor ama sen hatırlatıyorsun iyi oluyor.
K: Bıktım artık şu iğneleyici, imalı konuşmalarından.
E: Ben de bıktım, inan.
K: Hiçbir konuşmayı sonlandıramıyoruz. Şöyle güzel bir kavga edemiyoruz baksana ya!
E: Oysa eskiden böyle miydi.. Değildi değil mi?
K: Sen hep böyleydin. Çocukluğunu bilmiyorum, görmedim. Ama eminim senin kadınlara olan tutumun eskiden beri böyledir. Annen dahi çok çekmiştir senden. Sen eminim çocukken, annenin arkadaşlarına “gün” olsun diye yaptığı ev gezmelerinde dahi annene çok çektirmişsindir. Şimdi de böylesin. Bak, bir yere oturup kararlaştırıp gidemiyoruz. Onu beğenmiyorsun, bunu beğenmiyorsun. Seni çok beğeniyor herkes sanki, öyle değil mi? Eminim, okula ilk başladığın zaman dahi böyle soğuktun. İlk öğretmenin “kadın”dı değil mi? Eskiden beri böylesin. Eminim ki…
E: Sende çok “emin” konuşuyorsun sevgilim. Neden tanıdığım tüm kadınlar “haklı” olabilmek için bu kadar çaba harcıyorlar ki? Oysa, bana her “haklı değil miyim sence?” diye soruşunuzda –konumuz,durumumuz ne olursa olsun, “haklısın sevgilim” demişimdir. Ne istenirse, onu vermişimdir. Ne istenirse…
K: Geçen gün arkadaşımın düğününde de böyleydin. Ya en azından bir defa da olsa yerinden kalkar insan değil mi! Ne yani, bu kadar mı zor geliyor insanlara karışmak?
E: Beni tanımıyormuş gibi konuşuyorsun.
K: Evet, seni tanımıyorum. Tanıyamıyorum. Eskiden böyle değildin…
E: Eskiden de böyleydim. Düğün falan sevmezdim ben, eskiden de.
K: İyi, bizimkini de sevmezsin o zaman!..
E: Bizimkini?
K: Bir şey demedim tamam mı? Hiçbir şey demedim!..
E: … (Kendini yiyip bitiriyorsun. Bundan hiç hoşlanmıyorum. Sakinleşmeni öneriyorum sana. Bu kadar sinir ve hırs bir bendende durmaz. Ama seninle ben aynı yerde durabiliriz. Mahalle maçlarından, evcilik oyununa sıra gelmedi bir türlü. Yeni öğreniyorum. İçimde “dün” ile yaşarken, dışımda nasıl “bugün”ü yaşıyor gibi yapabilirim ki? Yapamıyorum değil mi? Biliyorum.) Hadi çıkalım en iyisi…
K: Tamam. Sorun yok ama, değil mi?
E: Tabi ki. Yok. Haydi çıkalım..


Sahibinin Sesi: Sıradaki hikaye "K.'nın Hikayesi" olacak..
sercancandemir
23 Ekim 2010 Cumartesi
geçen gün, uyumaya yakın bir vakitte kapım çaldı. kapı deliğinden baktığımda ah muhsin ünlü, herzamanki derin bakışlarıyla kapıyı açmamı bekliyor, sabit de duramıyor, bir görünüyor, bir kayboluyor. açmak istemiyor gibi bakıyorum sadece, ta ki delik arkasından baktığımı anlayıncaya ve daha derin bir bakış atıncaya kadar. ee açıyorum kapıyı. içeriye giriyor ve ilk defa gelmesine rağmen tuvalate doğru seri adımlarla gidiyor. demek ki sıkışmış ve bir an önce rahatlamaya ihtiyacı var. arkasından şaşırmış bir şekilde bakıp içeriye geçiyorum. mutfaktan sesler duyuyorum. ardından kapıdan giriyor. 'çay içeriz demi' diye soruyor. kafamı sallıyorum. koltuğa oturur oturmaz 'komşu bir şiir yazdım.' deyiveriyor. olayları anlamlandırmaya çalışan gözlerle bakıyorum. 'hatırlat da haziranın sonunda çocukluğumu yakalım.' deyiveriyor aniden. dalıyorum. çay kokusuyla kendime geldiğimde 'sen beni öpersen, belki de ben fransız olurum.' diyor. gülüyorum. gülüyor. gülüyoruz. iyi de gülüyoruz hani. o içinde şiirin tamamını dinletme telaşı yaşıyor, ben içimde çocukluğumu nasıl yakabileceğimi düşünüyorum. gülüyoruz. senagellilerin dahil olmayışına bile... şiir bitiyor ve 'haydi iç de çay koyayım.' diyor. bardağımda kalan soğumuş yarım bardak çayı bir seferde içiyorum. bardağı o'na uzatıyor ve içimden söyleniyorum. 'ne adamsın ya sen muhsin'...





gereksiz gibi gözüken not: onur ünlü'nün seneryosunu yazdığı ali özgentürk filmi kalbin zamanından otuz saniyelik bir görüntü. onur ünlü'nün ah muhsin ünlü'ye en çok yaklaştığı anlardandır...
22 Ekim 2010 Cuma

Coldplay


Şu Coldplay denilen grubun üniversite yıllarından beridir dinleyicisiyim.. Şahane oluyor bu takip..

Yeni albüm çıkarıyorlar onu deniyorum, ne yapmışlar merak ediyorum.. Klipleri filan mesela iyidir.. Geçenlerde topluca bir izledim ne çıkarmışlar, hangi şarkıların klipleri var filan diye.. Epey bir geride kalmışım.. Bunların bir albümleri vardır mesela.. İlk olabilir.. Elemanın ıslak kafayla filan kumsalda yürüdüğü tipik İngiliz modeli bir de klibi vardır.. Yellow. Sarı.

Shiver.. Garage günlerine, daha sıcaklara doğru.. Bakın hep bunlara linkler verip mekanı da renklendirebilirim.. Tabi ki.

Trouble iyidir..

Ve Discman.. Kendi klibini kendin çekiyordun.. Yollara düşülüyordu filan..

İki arada, bir derede.. Ya da bir arada, iki köprüde.. Hayatın değişenleri, merdivenleri var işte.. İnerken, çıkarken, yürürken şarkılara klipler çekiyor insanlar..

Chris Martin şöyle demiş bir şarkısında;
on and on from the moment i wake, to the moment i sleep, i'll be there by your side, just you try and stop me, i'll be waiting in line, just to see if you care... (Shiver)
ve hatta;
your skin, oh yeah your skin and bones, turn into something beautiful.. (Yellow)

Kulağa hoş geldiği aşikar.. Hep birlikte buyrun bakalım..


Savunma derinliğimin sevdiği şarkılar - parti bir.
Kaybeden Hikayeleri
Mağlubun Hikayesi





Bir ışıkla renkleri gördü. Bir hışımla aynayı kırdı. Geride bıraktığı sesleri düşündü. Kulakları ne kadar güzel sesler duymuştu. Şimdi içi bomboştu. Çocukluk yıllarında bir köşeye koyduğu hırsı vardı içinde. Hırsı kendineydi. Bıçağı içindeydi. Çevirdikçe acıtıyordu. Değişmeye çalıştıkça acıyordu. İnsanın değişebileceğini düşünmüştü. O zamanlar henüz mağlubiyetle tanışmamıştı. Bıçağı çıkardı. Çok garip, üzerinde kan yoktu. Bıçak içine girmemiş gibiydi. Kafasını iki yana salladı. Bir düşün içerisinde miydi? Sanrılar bırakmaz bazen, peşi sıra gelir insanın. Aynasını kıran insanın. Renklerini gören insanın. Yalnızken ya da kalabalıkken. İkisi aynı mı oldu yoksa? Yalnızken ya da kalabalıktaki yalnızken. Neden sordu ki, cevabı gözlerindeymiş gibi baktı aynaya. Ayna yok. Şimdi renkler de yok. Işık yok. Işık yok. Işık yok. Ayna… Artık ayna yok… Mağlup….

Not: Sıradaki hikaye: Hırsın Hikayesi
17 Ekim 2010 Pazar
En güçlü/sağlam savunma hattını dahi kolaylıkla alt edebilir... Farinelli...

10 Ekim 2010 Pazar

Kaybeden Hikayeleri

Kupanın Hikayesi




Şarkılarda duymuştu. Futbolun, hayata benzediğini. İçindeki terimlerin hayatla özdeşleştirilebileceğini. Adam geçme, ofsayt, penaltı, gol, kasti faul, hükmen mağlubiyet vs. Bunların hayatta karşılıkları olduğunu duymuştu. Yani dinlediği şarkılardan sezmişti. Zaten çocukluğu apartman arası asfalt futbol sahalarında geçmişti. O sokak çocuğu değildi, apartman çocuğuydu. Ama mahalle maçları yapan bir apartman çocuğu. Eskiden futbol oynardı. Şimdi konuşuyor. Herkes gibi. Zamanın bir noktasında yaşayan herkes gibi.


Kendinden geçercesine koşturduğu sokaklarda şimdi sadece arabalar gürültü yapıyorlar. Yaşı yetişmemişti. İnsanların büyük acılar çektiği o zamanlara. Bir bakıma şanslıydı yetişememekle. Çünkü o zamanın gençleri, top peşinde koşmamışlardı. Fakat polisler onların peşinden koşuyorlardı. Hayatlarını yaşayamadan geçip giden bir gençlik. Sokak aralarında, kurşun yaralarında, düşüncelerin derinlerinde, sokak lambasının asılan afişleri aydınlatan ışığında, ipe asılan bir insanın, neden asıldığını düşündüğü zamanki karamsarlığında ve bu karamsar sonuçları olan suçlarının, yalnızca düşünmek olduğu bir umutsuzlukla geçen gençlik. Yok hayır. O bunları yaşamamıştı. Büyükleri geçirmişti bu zamanları. Büyükleri. Onun için sadece mahalle maçları vardı, önem verdiği. Bir de sonradan hayatına bir anda giren kızlar.


Takım aynı apartmanda oturan arkadaşlardan oluşuyordu. Birkaç tane de karşı apartmanlardan çocuklar. Bazı çocuklar top oynamazdı. Bazı kızlar evcilik oynardı. Bazı çocuklar da bu kızlarla evcilik oynardı. Bunu hiçbir zaman anlayamadı. Top peşinde koşmayan çocuk kız peşinde koşardı. Ama zamanı gelince. Büyüyünce. O yaşta kızlar kahve gibiydi. Koruyucu ailelerin kahvaltıda çaya tamam ama kahveye kesinlikle hayır demesi gibi. Her şeyin zamanı vardı.


Yine bir mahalle maçıydı futbola jübile yaptığı. Her zaman sağ tarafta oynardı. 11 numara. (Elimizde böyle bir sayısal kayıt yok çünkü zengin mahallesi değildi yaşadığı yer. Çocukların forması değil tişörtleri vardı. Ama O’nu iyi tanıdığımızdan böyle bir numaraya sahip olabilse, 11 numarayı seçerdi diye düşünüyoruz. Nedeni bilinmiyor. Kabaran egolarından şüphe duyuluyor). Maç zamana karşı değil, belli bir sayı limitine karşı oynanıyordu. Karşı tarafa 10 tane gol atan taraf maçı kazanıyordu. Fena da gitmiyorlardı. J.’nin takımı (takımların isimleri yoktu. Mahalle maçı dedik ya, mahalle ismine göre takımlar isim alıyorlardı. J.’nin takımı Akevler mahalindeydi).


Maçın bitimine 2 gol kalmıştı. A. Takımı (karşı mahallenin adını unuttum Z. olsun) Z takımına karşı bir farkla, 8-7 üstündü. Gerginlik ve stres hakimdi çocuklara. Maç esnasında, A Takımından Samim’in attığı bir şut kale yerine sağ tarafta yoldan geçen birine çarptı. Topun çarptığı çocuk (bizim çocukları göz önüne alınca bu çocuğa aslında genç demek lazımdı. Hatta delikanlı. Zira olaylar A. Şehrinde geçiyordu). Bu delikanlı mahallenin belalılarındandı. Bizim çocuklar bihaberdiler çocuğun herhangi belasından. Samim, “Topu atsana buraya” diye bağırdı Fatih’e (Fatih az önce sözü edilen delikanlıdır). Fatih’in bu sözleri duymasıyla hiddete ermesi bir oldu. “Sıkıyorsa gelip alsana” dedi Samim’e. Samim de galiba arkadaşlarının yanında olmasının verdiği güven ve cesaretle Fatih’in yanına gitti. Topa uzandı. Fatih geri çekti. Samim bir daha uzandı ve topu aldı Fatih’ten. Gülümsedi sahadaki çocuklara. Kendinden büyük bir çocuğa üstün gelmenin gururu. Bu gurur, Samim geri gelirken, Fatih’in taktığı çelmeyle düştü. Sonrasında olanlar,  artık J.’nin neden futbol oynamadığının cevabıdır.


Samim düştükten sonra Fatih yanına geldi. Samim hariç toplam dokuz çocuğun bakışları arasında, eğildi ve Samim’in ayakkabılarını çıkardı. Bir de arka cebinden bir bıçak. Diğer çocuklara baktı. Diğer çocuklar uçmuştu. Havadaydılar. Bu dramatik trajedi karşısında tek yaptıkları bir sonraki sahneyi beklemekti. Bıçağı Samim’in, kirden koyu kahve renge dönmüş beyaz çoraplı ayaklarına yaklaştırdı. Tek darbeyle en küçük parmağını ayaktan ayırdı. Güldü çocuklara. Telaşlanmaksızın yürüdü ve gözden kayboldu. Çorap artık ne kahve ne de beyazdı.


Bu onun son futbol oynayışıydı. Artık peşinden koştuğu şeylerin arasında top yoktu. Samim’in kırmızı çorabını hiç unutmayacaktı.

Futbol terimleriyle hayat arasında hiç de hafife alınamayacak benzeşmeler vardır. O gün J. ve arkadaşları, hükmen mağlup oldular.


(Sıradaki hikaye: Mağlubun Hikayesi)
9 Ekim 2010 Cumartesi
             Kaybeden Hikayeleri
                       
Sokağın Hikayesi




Yaz güneşi altında eriyordu sanki yerler, asfalt. Asfalt parlıyordu. Gözler kamaşıyordu.
Göz gözü görmüyordu. Bakkaldan bir soda aldı. Yürüdü. Sokağın sonuna
değin yürüdü. Geri döndü. Bakkala tekrar girdi. Elinde yarım limon dilimi ve sodayla çıktı.
Yarım limon dilimini sodasına sıktı. Tekrar yürümeye koyuldu. Güneş yakıyordu.
Üzerinde sarı renkli bir tişört vardı. 
Tişörtün üzerindeki baskıda, sözü edilen kupanın 1954'te İsviçre'de kazanıldığını yazıyordu. Federal Almanya tarafından.


(sercan candemir)


Not: 2009 yılında Kaybeden Hikayeleri isimli bir hikayeler silsilesi yazmıştım. Sırasıyla okunduğunda güzel bir bütünlük hissettiriyordu. Şimdi burada sırasıyla yayımlayacağım. (S.C)
5 Ekim 2010 Salı

Alexi Murdoch



Cihan Mutlu

Cihan Mutlu
İstanbul'da yaşıyor. Mimar Sinan Üniversitesi Sanat Tarihi okudu.

Sercan Candemir

Sercan Candemir
Antalya'da yaşıyor. Elektrik-Elektronik Mühendisliği okudu. Kaybeden Tribi kurucu-solisti&şarkısözü yazarı

İlyas Cingöz

İlyas Cingöz
Eskişehir'de yaşıyor. Anadolu Üniversitesi Sinema-Televizyon okuyor.

beni beğeniyor musun?

Kaybeden Tribi fan page